
Vaad edilmiş toprakları ister istemez hepimiz duymuşuzdur ve bu konunun İsrailoğulları ile ilgili olduğunu da biliriz. Ancak ortada şöyle bir mesele var: Bu topraklar hangi kabileye vaad edilmiştir? Zira, İsrailoğulları birçok kabileden oluşmaktadır.
Öncelikle, Musa önderliğinde Mısır’dan çıkan İsrailoğulları, Kenan topraklarına yerleşmişlerdir. Çeşitli dış tehditler karşısında birlik ihtiyacı duyan İsrailoğulları, ilk kez Saul (Tâlût)‘un krallığı altında birleşip M.Ö. 1050 yılında İsrail Krallığı‘nı kurmuşlardır. Kutsal Kitaplarda da bahsedilen Davud ve Süleyman, bu devlette krallık yapmışlardır.
Süleyman’ın M.Ö. 930’da vefatının ardından, İsrail Krallığı ikiye bölünmüştür. Kuzeyde on kabile, Yerovam önderliğinde İkinci İsrail Krallığı‘nı kurarken; güneyde ise Rehav’am önderliğinde Yehuda Krallığı kurulmuştur. İkinci İsrail (Kuzey) Krallığı, M.Ö. 720’de Asur İmparatorluğu‘nun işgaliyle sona ermiştir. Bu bölgede yaşayan İsrailoğulları, dünyanın dört bir yanına dağılmış ve kaybolmuşlardır. Yehuda (Güney) Krallığı ise M.Ö. 586 yılında Babil İmparatoru Nebukadnezar‘a yenik düşüp yok olmuştur. Babil İmparatoru Nebukadnezar’ın emriyle İsrailoğulları varlığına ilişkin her şey yerle bir edilmiş; Kudüs Tapınağı (Süleyman Mabedi) dahil tüm ülke yakılıp yıkılmış, İsrailoğulları zincire vurulup Babil‘e sürgüne gönderilmiştir.
Daha sonra Pers İmparatorluğu’nun Babil İmparatorluğu’nu işgal ederek İsrailoğulları’nın Kudüs’e geri dönmesine ve tapınaklarını yeniden inşa etmelerine izin vermesi üzerine, İsrailoğulları’nın bir kısmı Kudüs’e dönüp ikinci tapınağı inşa etmiş ve kısa bir süre bağımsızlık yaşamışlarsa da bu durum uzun sürmemiştir; Roma İmparatorluğu, bu toprakları ele geçirerek her şeyi tarumar etmiş ve İsrailoğulları’nı dünyanın dört bir yanına sürgün etmiştir. İsrailoğulları, toplu bir şekilde ancak 1948’de İsrail Devleti kurulduğunda bu topraklara geri dönebilmişlerdir.
İsrailoğulları’nın tarihine göz atmış olduk, şimdi gelelim asıl konumuza: Vaad Edilmiş Topraklar.
Yukarıda, İkinci (Kuzey) İsrail Krallığı’nın Asur İmparatorluğu’nun işgaliyle sona erdiğini ve Kuzey Krallığı’nda yaşayan İsrailoğulları’nın dünyanın dört bir yanına dağıldığını belirtmiştik.
Bu kabileler şunlardır: Zevulun, İssakar, Aşer, Naftali, Dan, Menaşe, Efraim, Ruben, Gad ve Levi.
Yehuda (Güney) Krallığındaki kabileler ise: Yehuda, Bünyamin, Şimon ve Levidir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Leviler, din işlerinden sorumlu olup diğer kabilelerin din işlerini yürütmeleri için her kabile kendi topraklarından bir ya da birkaç şehri Levilere vermiştir. Böylece Levilerin kendi özerk devletleri yerine, diğer kabilelerin topraklarında özerk şehirleri olmuştur.
Manaşşe ve Efrayim ise Yusuf‘un çocuklarıdır. Esas meselemiz tam olarak burada başlamaktadır.
Vaad edilmiş topraklar, Tevrat’ın (Tora) Tekvin bölümünün 15. Bab’ında karşımıza çıkar:
“O günde Rab, Abraham’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri, Hittileri, Perizzileri, Refaları, Amorileri, Kenanlıları ve Girgaşileri, Yebusileri senin zürriyetine verdim.”
Tevrat’ta Abraham olarak geçen kişi, İbrahim Peygamberdir. Bu ahit, bizzat İbrahim Peygamber ile yapılmıştır. Peki, İbrahim’in (zürriyeti) soyu kimi işaret etmektedir? İsrailoğulları açısından soyağacına baktığımızda, İbrahim’den sonra İshak, İshak’tan sonra ise İsrail lakabıyla bilinen ve “İsrailoğulları” olarak anılacak soyu başlatacak olan Yakub (İsrail) karşımıza çıkmaktadır. O halde muhatap önce Yakub, onun ardından ise her ne kadar kardeşleri karşı çıkmış hatta öldürmeye bile yeltenmiş olsa da peygamberlik ve aile reisliği Yakub’un oğlu Yusuf aracılığıyla devam ettiği için, Yusuf burada İbrahim’in soyu olarak yukarıdaki ayetlerin muhatabı olmaktadır.
Elbette, bunu yetersiz bulan okuyucular olacaktır; “Yahu, olur mu öyle şey? Sadece bir torununa değil, tüm soyuna vaad ediyorum.” denmiş, diyenler olabilir. O halde yine Tevrat’tan Yakub’un Yusuf ve çocuklarıyla karşılaşma anını ve onları kutsayıp, bir nevi kabile reisliği için nasıl onları seçtiğini okuyalım:
Tevrat, Yaratılış 48:
8- İsrail, Yusuf’un oğullarını görünce, ‘Bunlar kim?’ diye sordu.
9- Yusuf, ‘Onlar benim oğullarım’ diye yanıtladı, ‘Tanrı onları bana Mısır’da verdi.’ İsrail, ‘Lütfen onları yanıma getir, kutsayayım’ dedi.
10- İsrail’in gözleri yaşlılıktan zayıflamıştı, göremiyordu. Yusuf, oğullarını onun yanına götürdü. Babası onları öpüp kucakladı.
11- İsrail Yusuf’a, ‘Senin yüzünü göreceğimi hiç sanmıyordum’ dedi, ‘Ama işte Tanrı bana soyunu bile gösterdi.’
12- Yusuf oğullarını babasının kucağından alıp onun önünde yere kapandı.
13- Sonra Efrayim’i sağına alarak İsrail’in sol eline doğru, Manaşşe’yi soluna alarak İsrail’in sağ eline doğru yaklaştırdı.
14- İsrail ellerini çapraz olarak uzattı, sağ elini küçük olan Efrayim’in, sol elini Manaşşe’nin başına koydu. Oysa ilkin Manaşşe doğmuştu.
15- Sonra Yusuf’u kutsayarak şöyle dedi: ‘Atalarım İbrahim’in, İshak’ın hizmet ettiği, Bugüne dek yaşamım boyunca bana çobanlık eden Tanrı,
16- Beni bütün kötülüklerden fidyeyle kurtaran melek bu gençleri kutsasın! Benim adım, atalarım İbrahim’le İshak’ın adı bu gençlerle yaşasın! Yeryüzünde alabildiğine çoğalsınlar.’
17- Yusuf, babasının sağ elini Efrayim’in başına koyduğunu görünce, bundan hoşlanmadı. Babasının elini Efrayim’in başından kaldırıp Manaşşe’nin başına koymak istedi.
18- Ona, ‘Baba, öyle değil’ dedi, ‘İlkin Manaşşe doğdu. Sağ elini onun başına koy.’
19- Ancak babası istemedi. ‘Biliyorum oğlum, biliyorum’ dedi, ‘Manaşşe de büyük bir halk olacak. Ama küçük kardeşi daha büyük bir halk olacak ve onun soyundan birçok ulus doğacak.’
20- O gün onları kutsayarak şöyle dedi: ‘İsrailliler, ‘Tanrı seni Efrayim ve Manaşşe gibi yapsın’ diyerek sizin adınızla kutsayacaklar.” Böylece Yakup Efrayim’i Manaşşe’nin önüne geçirdi.
21- İsrail Yusuf’a, ‘Ben ölmek üzereyim’ dedi, ‘Tanrı sizinle olacak. Sizi atalarınızın toprağına geri götürecek.
22- Sana kardeşlerinden bir pay fazla veriyorum. Onu Amorlular’dan kılıcımla, yayımla aldım.’”
Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, İbrahim’in mirası önce İshak ve Yakub ardından Yusuf ve onun çocukları Efrayim ve Manaşşe ile devam etmiştir. Özetle, Tevrat ve Kur’an’da da bahsedilen vaad edilmiş toprakların muhatabı; Yakub oğlu Yusuf’un oğulları Efrayim ve Manaşşe’dir.
Yazımın başında belirttiğim gibi, Kuzey İsrail Krallığı’nda bulunan kabilelerin tümü Asur İmparatorluğu işgali sonrası dağılıp kaybolmuşlardır, buna Yusuf’un oğulları Efrayim ve Manaşşe’nin kabileleri de dahildir. Dolayısıyla, bu ayetlerin muhatabı olan topluluk günümüzde ortada yoktur ya da ortadadır, ancak kim oldukları belli değildir.
Günümüz İsrail Devleti içerisinde yaşayan topluluk ise Yehuda soyundandır ve “Yahudi” ismi de buradan gelmektedir. Yehuda’nın torunları, kesinlikle bu ayetlerin ve mirasın muhatabı değildir. Tıpkı dedeleri Yehuda’nın zamanında Yusuf’a yaptığı gibi, kıskançlık içerisinde kardeşlerinin hak ve mirasını gasp etmeye kalkışmışlardır. Hiç hak etmedikleri bir mirası, kendi haklarıymış gibi göstererek tarih boyu nice zulüm sergilemişler, sergilemeye de devam etmektedirler. Yehuda, dün nasılsa bugün de öyledir; kıskançlık içerisinde hakkı olmayan her şeyi büyük bir açgözlülük ve kibirlilikle elde etme gayreti içerisindedir.
Bu elbette böyle gitmeyecektir; Yehuda, her ne kadar Yehudalığını yaparsa yapsın, bir gün ansızın yeni bir Nebukadnezarla veyahut Romayla karşılacaktır. Dileriz ki vaad edilmiş topraklar denilen bu girdapta; bir gün bu kaos biter ve insanlarda, Tanrı’nın bu toprakları yalnızca onu hak edene ve üzerinde öldürmeyi değil yaşatmayı, nefret etmeyi değil sevmeyi, cahilliği değil okumayı, kıskançlıkla kardeşini kuyuya atan Yehuda’ya değil her şeye rağmen sabredip, affeden Yusuf’a nasip edeceğinin farkına varabilirler.
Enes ASLAN