Bu yazımda yarım kalsın, senin gibi, Bizim gibi…

Elimde değil, kendimi her fırsatta Ahmedinejad’ı öven bir taksi şoförünün yanında buluyorum. Şöyle yaptı, böyle yaptı; Amerika’ya kafa tuttu, falan filan… Usulca arabadan iniyorum ve “Kaç para oldu, abim?” diye soruyorum. Şoför, “Ah be kardeşim, taksimetreyi açmamışım,” diyor ve yaklaşık 400 TL talep ediyor. Dolandırıldığımı biliyorum, ama yine de “Hayırlısı,” deyip geçiyorum.

Haydar Amca ise “İsrail katil!” diye bağırıyor. Ama aynı adam, kiraya zam yapıp ödemezsem eve giremeyeceğimi, hatta eşyalarımı sokağa atmakla tehdit ediyor. Bir yandan paraları sayarken diğer kiracısını azarlamaya gidiyor; elinde tespih, dilinde zikir var.

Etrafımız ateş ve duman içinde. Kafede biri İran’ı övüyor. “Kardeşim, bu övgüyü siz yapıyorsunuz,” diyorum, “ama sonunda bombalar bizim başımıza yağacak!” Susmuyor; Habertürk’te elinde sopa olan hocayı işaret ediyor: “Bak, adam uzman! İran’ı o mu bilecek, sen mi?”

“Bu petrolü İsrail’e kim veriyor? Çin mi, Rusya mı, Avrupa mı? Niye kimse bunu kesmiyor?” diyorum. “İran gösterecek onlara!” diyor. “Üstadım,” diyorum, “mollalara senin verdiğin destek kadar kimse destek veremez. En azından cübbesizsin. Cübbe giysen belki daha güçlü bir ittifak kurarsınız. Hep kınamakla olmuyor; Zarrab kadar olmasa da bir şarkıcı kılığına girersin.”

Yıllarca bu tartışmalara şahit oldum. Silahın, savaşın ne olduğunu bilmeyen bazı kendini bilmezler “Hadi savaşa girelim!” dediler; “Starbucks’a saldıralım, Burger King’i vuralım!” Ama sonra gidip işgal edilen topraklarda, adil olmayan bir imamın arkasında namaza durdular.

Bu psikolojiyi anlamaya çalıştım, hatta dile getirmekten bile çekindim. Bana yakın olanlar çekinirken uzak olanlar daha da uzaklaştı. Zira ikiyüzlülükle yürüyen bu politikanın ne kadar zarar verici olduğunu zaman gösterecek dediğimizde, “Size ne kardeşim!” dediler. “Gidin İran’la uğraşın,” dediler; ama önemli konulara gelince her şeyimize karıştılar. Biz onlara “Gidin sirenlerle uğraşın,” mı dedik? Hayır. Ancak doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerek. Bu yazıyı okuyup not alan raporcuya değil; devlet aklına inanan arkadaşa söylemek isterim.

Riya ve paradoksal düşünce yalnızca özel konulara değil, genel meselelere de hâkim oldu. Mesela sırf Arapça konuşuyor diye birine “Burası Türkiye, Arapça konuşma,” diyen bir şahsı milliyetçi görmek, değerlerin ne kadar aşağılara düştüğünü gösterir. Cumhuriyetin eşitlik ve adalet kavramına sahip bir sistemini böyle sığ propagandalara mahkûm etmek hizmet değil, ihanettir. Diğer ülkelere bakışta da aynı durum geçerli; hatta onlardan gelen zümre ve entelektüel kesimde de öyle. Bir nevi “Papadan daha Katolik” olma yoluyla eleştirenlere hain ve korkak demek hâlâ yaygın. Ama gel de yukarıda bahsettiğim taksi ve Haydar örneğini destekle; birkaç Instagram fotoğrafı ve heyecanlı bir şarkıyla kendini “paşa” zannet. Sonra yürü; kim sana ne diyebilir ki? Bilim neye yarar, bilinç nedir?

Uzun lafın kısası, politika artık yalnızca siyasetçilerin değil, halkın içinde de derinlemesine yer etmiş. Tepeden tırnağa, sopalı beyden Haydar’a, taksiciye kadar herkesin zihnini yönlendiren kutuplaşmalar artıyor; herkes birbirini suçlu görerek daha hırslı, daha açgözlü bir yarışın içine düşüyor. Bu durum İsrail ve İran’ı da kapsıyor. Açgözlülük ve doyumsuzluk her yerde hüküm sürüyor.

Birbirini sevmek, riyadan ve ikiyüzlülükten uzak durmak çok mu zor? Tüm bu kirlilikten dolayı samimi olmak neden bu kadar rahatsız edici? Şikâyet etmek çok mu kötü bir şey? Bağırıp çağıran, Ahmedinejad gibi küfür eden, dövüşken biri, övgüye değer bir karakter hâline geliyor; ama eline kalem alıp düşünen birini yedi köyden kovalıyorlar.

Bu yazıyı niye yazdım diye soracaksınız. Sadece bazı şeyleri dile getirmek istedim; ama yazının ortasında sustum, durdum, konuyu değiştirdim, kıvırdım, yazamadım; boğazımda kaldı. Ne euroları yiyebildim, ne dolarları… Bu yazı yarım kalsın istedim; belki bir gün, güzel bir İzmir sabahında, denizi izlerken birisi bana da bir Timur Kılıcı hediye eder. Ve ben yine yarısını yazarım. Şimdilik buraya kadar. Lütfen, o zamana kadar gerisini siz hayal edin; taksici ve Haydar’ı, Starbucks’ı ve tüm kaybettiklerimizi unutun. Yarım kalmış bir adamı, İzmir sahilinde hayal edin…

Reza TALEBİ

Benzer Yazılar

Her şeyi bilirsiniz; lüferi de, palamutu da, uskumruyu da…

Her şeyi bilirsiniz; lüferi de, palamutu da, uskumruyu da… Arkadaş, televizyonda geziyorum, aslında uzun zamandır bakmamıştım. Açtığım her kanalda, ellerinde sopayla bir şeyler gösteren insanlar var. Dün de aynı adam,…

BİZİ HİÇ SEVMEDİNİZ Kİ…

Ne Bahçeli ile, ne Özal ile, ne de Reis-i Cumhur ile işim var; ne de başka biriyle… Geldiğimden beri tantunici dükkânında çalıştım, aha, Ahmet’i hatırladım. Ondan önce de sebze ve…

Gözden Geçirmek İsteyebileceğiniz İçerikler

KAZ DAĞLARI İÇİN SİYASİ SEFERBERLİK ŞART

KAZ DAĞLARI İÇİN SİYASİ SEFERBERLİK ŞART

Her şeyi bilirsiniz; lüferi de, palamutu da, uskumruyu da…

Her şeyi bilirsiniz; lüferi de, palamutu da, uskumruyu da…

Türk Devletleri Teşkilatı’nın bayrağı değişti

Türk Devletleri Teşkilatı’nın bayrağı değişti

RUMLARI “ÇILDIRTAN” FOTOĞRAF!

RUMLARI “ÇILDIRTAN” FOTOĞRAF!

ÖCALAN PROJESİ Mİ HAZIRLANIYOR?

ÖCALAN PROJESİ Mİ HAZIRLANIYOR?

Bu yazımda yarım kalsın, senin gibi, Bizim gibi…

Bu yazımda yarım kalsın, senin gibi, Bizim gibi…